İNSANLIK ÖLMÜŞ !
Yahudiler kendilerinin dışında bir millete hayat hakkı vermezler. Bunu da en güzel biçimde! Müslümanları katlederek yapıyorlar. Filistin’de anneler ağlıyor, babalar ağlıyor, çocuklar oyundan mahrum annesiz ve babasız kimsesizliğin verdiği acı ve ızdırapla ağlıyor. Gerek Müslümanlar gerekse hiristiyan milletler maalesef bu gidişata dur diyemiyorlar. Aslında sadece Müslümanlar zarar görmemiş geçmişte Hıristiyanlara’da aynı zulümleri yapmışlar. Bu durumu Mevlana’nın şu kıssası bize anlatıyor
Bir yahudi padişahın cahilane bir taassup ile hıristiyanları mazlum olarak öldürmesi. Olayı:
‘’İsa düşmanı, Hıristiyanları öldüren zalim bir Yahudi padişahı vardı. O zaman İsa devriydi. Musa ona Musa ya candı hak yolunda o Yahudi şaşı, onların birliğinde bilgisizdi. Bir gün ustası şaşı çırağına dolapta bir şişe var al gel dedi. Şaşı burada iki şişe var istenilen acaba hangisidir deyince ustası o bir tanedir yürü gel şaşılığını herkese duyurma dedi. Çırak sözünde ısrar edince ustası onlardan birini kır dedi. Şaşı şişeyi kırınca ondan eser kalmadığını gördü. Şişe birdi onu iki gören şaşının gözüydü. Şişe kırılınca hakikati anladı. Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar. İşini doğruluktan uzaklaştırır. Münkirin öfkelinin gözünde hüner gizlenir. Bilgisizlikten basiret gözü kör olur. Hâkimin kalbinde rüşvet itibar görürse o zalimi mazlumdan ayıramaz. Padişah Yahudice kininden dolayı öyle şaşılaştı ki aman yarabbi aman ben Musa dininin koruyucusuyum diyerek zülüm ile müminleri öldürdü.’’ Bugün de aynı misyon adına insanları katlediyor. Ne diyelim cennet için insan lazım , cehenneminde yanması için yakıt lazım! herkes layık olduğu yere gidecek. Yazının sonunda
Kurtuluş savaşı şairimizin şiirini hatırladım.
DURAY YILMAZ
Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
"Yandık!"diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında,
Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!
Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i,
En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i!...
Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın
Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın
Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta?
Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta?
Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet,
Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin,
Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in?
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!
Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
Lâ yüs'ele binlerce sual olsa da kurbân;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın!
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi!
Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından,
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!
MEHMET AKİF ERSOY